Adanalı Hanımağa 35
Sabahın erken bir saatinde odanın kapısına vurulmasıyla uyandık. Hatta kapıya vurulmuyor, resmen yumruklanıyordu. Müstakbel kayınvalidemdi kapıdaki. Gün yeni ışımaya başlamıştı. Hanımağa aceleyle kalktı ve çarşafa sarınarak kapıyı açtı. Annesi onu dışarı çekti. Kapının önünde fısıltılı halde birkaç dakika konuştular.
Yanıma döndüğünde ne olduğunu sordum. Annesi telefonunu getirip eline tutuşturmuştu. Telefonu elinde evirip çeviriyordu. Canı sıkılmışa benziyordu. “Kulübün önünde silah atmışlar!” dedi. “Kim atmış? Ne silahı!” dedim heyecanla.
“Kim olacak Halil Ağa’nın adamları belli ki... Arabayla gelmişler, kapıya doğru birkaç el sıkıp kaçmışlar... Bizimkiler arkasından ateş etmiş ama kaçmış şerefsizler... Bunlar işte böyle kancık böyle kahpe insanlardır... Karşıma çıkmaya cesareti olmadığı için itlerine silah sıktırıyor... Neyse, önemli bir şey değil... Polis gelmiş, zabıt falan tutulmuş, müdür ifade vermiş, benim de ifademe başvuracaklarmış...!”
“Orospu çocuğu!” dedim öfkeyle. Yanağımı okşayıp “Bakıyorum celallendin!” dedi gülerek. “Bu yaptığı yanına kâr mı kalacak peki!” dediğimde “Dur hele... Her şeyin bir yeri zamanı var... İntikam da alacaksan önce küllerin soğumasını bekleyeceksin... Bu şekilde bana gözdağı vermeye çalışıyor... Doğrudan bana saldıracak ne yüreği ne götü var onun... Elbet benim de harekete geçeceğim zaman gelecek... Ama şimdi değil, her şeyin zamanı var...!” diyerek yanıma uzandı.
“Kalkmayacak mıyız!” dediğimde “Ne kalkması, bu saatte sikseler kalkmam, yorgunluktan ölüyorum!” dedi. Sessiz olmamı işaret ederek kulüp müdürünü aradı. Müdür kendisini birkaç kez aramış ama telefon mutfakta ceketinin cebinde kaldığından duymamız mümkün olmamıştı. O da kapıdaki adamlardan birini aramış, adam da evin ziline basınca annesi uyanmıştı. Geceki sevişmemizin rehavetiyle uykuya öyle dalmıştık ki annesi kapıyı yumruklamasa uyumaya devam edecektik.
Müdür herhangi bir sıkıntının olmadığını, yalnız o sırada çıkmakta olan birkaç müşterinin korktuğunu, kapının üstündeki ışıklı tabelaya merminin geldiğini, kendilerinin de karşılık verdiklerini ama adamların karanlıktan faydalanıp gazlayıp kaçtıklarını söyledi. Ancak adamlarımızdan biri arabanın plakasını almayı başarmıştı. “Oradan bir şey çıkmaz!” dedi Hanımağa. “Ya sahte plakadır ya da çalıntı, o önemli değil, kaç kişiydiler, tanıdığınız birine benziyorlar mıydı!” diye sordu.
“Yok Hanımağam, tanıdık, öyle şunun bunun adamıdır diyebileceğimiz tipler değildi. Eline üç beş kuruş tutuşturulup üstümüze salınmışlar belli ki, üç kişiydiler, biri şoför!” dedi müdür Hanımağa’nın sorusuna karşılık. “Neyse, geçmiş olsun... Ben uğrarım gün içinde, birkaç işim var bugün, sonra konuşuruz, adamların sayısını artır, kuş uçmasın etrafta!” diyerek direktif verdi Hanımağa. “Baş üstüne Hanımağam!” diyerek kapadı telefonu müdür.
Hanımağa başını göğsüme koydu. “Bu işler böyle işte. Sen birinin ayağına basarsın, o da senin ayağına basmaya kalkar. Böyle sürer gider. Ta ki biri oyundan düşene kadar. Bu zamana kadar kimse beni oyundan düşüremedi, bu saatten sonra da düşecek değilim!” dediğinde “Senin kılına kimse zarar veremez!” dedim alnını öpüp çıplak omzunu okşayarak.
“Annene de ayıp oldu, böyle yakalandık!” dediğimdeyse “Ne ayıbı, bilmiyor mu ne yaptığımızı, karı koca oluyoruz artık, birbirimizin helaliyiz!” dedi gülümseyerek. Ardından doğruldu ve dudağıma bir öpücük kondurdu. Öpücüklerinin sayısı artmaya başlayınca “Hayırdır, azdın mı sabah sabah!” dedim saçlarını çekiştirip. “Çok azdım, dün gece bir şey anlamadım!” dedi pis bir sırıtış eşliğinde.
Üzerime çıktı. Dudaklarımı kanatırcasına emip dilimi emdi, vakumladı uzun uzun. Sımsıcak nefesi yüzümü yalarken ben de kalçalarını, götünü okşayıp avuçluyordum. Dolgun memelerinin etli uçları göğsümü gıdıklıyordu. Kontrol tamamen Hanımağa’da idi. Dudakları boynuma indi, boyun etlerimi vakumladıktan sonra omuzlarımı ve çıplak göğsümü öpüp yaladı. Meme uçlarımı dilledi bir erkek gibi.
Aşağı kaydı üzerimde, dudakları karnıma indi. Göbek deliğimin etrafına dil darbeleri atarken sarı saçlarının arasına soktum ellerimi, adeta masaj yapar gibi okşadım başını. Yarağım kalkıyordu ağır bir vinç gibi. Hanımağa’nın dudakları onunla buluştuğunda zirvesine yaklaşmıştı. Ustalıklı saksosu sayesinde o da oldu. Kalbim yarağımda atıyordu.
Boğazının diplerine kadar alıyordu yarağımı ağzına. Gözlerini üzerime dikmişti bu anda. Bense başına masaj yapmaya devam ediyordum. Taşaklarımı sıkıp avuçluyor, ara ara yarağımı bırakıp onları alıyordu ağzına. Yarağım ve taşaklarım, kasıklarım ıslak ıslak olmuştu. Yavaşça kalktı, sağ dizinin üzerinde doğrulup yarağımı eliyle amına hizaladı. Kolayca amının yağlanmış gibi kaygan ve demir gibi kızgın deliğine giriverdi yarağım.
Hanımağa derin bir “Ihhh!” sesi çıkarırken üzerimde ileri geri yaylanmaya başladı. Ellerimi karnında ve memelerinde gezdirirken o da saçlarını tutup çekiştiriyor, dudaklarını emiyordu. Bacaklarımı kendime çekip iki yana açtım, ellerimi sırtına atıp kendime çektim ve alttan pompalamaya başladım. Hanımağa şimdi daha da zevk almış şekilde inliyordu.
Yarak darbelerimin sesleri koca evin sessizliğini bozuyordu. Ancak bu güzel anlar uzun sürmedi. Hanımağa erken saldı kendini, ağırlığını üzerime bırakırken ben de boşalıverdim. Sabah seksimiz güzel ama kısa sürmüştü. Boynunu, yanaklarını öptüm. Sıkıca sarıldık, üzerimden aldım ve yatağa uzattım müstakbel karımı.
Bir süre dudak dudağa öpüştük. Hanımağa’nın gözlerinde azgınlığın yerini şimdi şefkat ve sevgi almıştı. Saçlarımı okşarken “Seni çok seviyorum!” deyip durdu birkaç defa. Genç bir kızın narinliği ve kırılganlığı vardı bakışlarında. “Ben de!” dedim her sözüne karşılık...
Yeniden uykuya daldık ama en fazla yarım saatlik bir tavşan uykusuydu bu. Hanımağa banyoya geçip yıkandıktan sonra ben de güzelce yıkandım. Odaya döndüğümde Hanımağa giyinmişti bile. Siyah uzun ve bol bir etekle koyu mavi gömlek giymiş, saçlarını tepeden bağlamıştı. Makyaj aynasının önünde oturmuş makyaj yapıyordu. Makyajı bitince üzerine beyaz yazlık ince bir ceket giydi. Çekmeceden aldığı büyük bir türbanla başını bağladığında bambaşka bir kişiliğe bürünüverdi.
“İmamla şahitler gelecekmiş birazdan. Nikah kıyılacak, ondan sonra çok işimiz var!” dediğinde “Kapının önünde adamların var, içeriye imamın girdiğini görünce ne düşünürler!” diye sordum. “Korkacak bir şey yok. Dün geceki mevzudan sonra annem eve Kuran okuması için hoca çağırdı diyeceğiz sadece. Anladın mı? Annem arada sırada yapar bunu zaten. Dikkat çekmez!” deyince “İnşallah!” dedim.
Hanımağa eteğini kaldırıp kalçalarına gelen ince ten rengi çoraplarını giyerken ben de giyindim. Çok kısa bir zaman sonra imam nikahı ile olsa da karım olacak kadına baktım uzun uzun. Bunu fark etti, “Hayırdır, ne bakıyorsun öyle!” diye sordu gülerek. “Hiç!” dedim başımı sallayarak.
Kayınvalide kalkmış sofrayı hazırlamıştı. O da kızı gibi başını örtmüş, kapalı bir elbise giymişti. Kahvaltı yaparken kapı çaldı. İmam ve iki şahitle Hanımağa’nın adamlarından biri kapıdaydı. Kayınvalide “Hoca Efendi Kuran okuyacak!” dediğinde adam “Tamam Anne, Allah kabul etsin!” diyerek görev yerine doğru gitti.
Yaşlıca biriydi İmam, yanında da takım elbiseli iki adam vardı. Sırayla hocanın elini öptük. Hoca kayınvalideyi tanıyordu, kısa bir süre hoş beş ettiler, tabii Hanımağa’yı da tanıyordu ve onunla çekinerek konuşuyordu.
Salonda perdeler çekiliyken iki adamın şahitliğinde Hanımağa ile nikahımız kıyıldı. Bu sırada kayınvalidenin gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Adet yerini bulsun diye Mehir olarak Hanımağa’ya bir külçe altın vereceğime söz verdim. Hanımağa yukardaki kasadan yüz bin lira para ve küçük naylon bir torba içinde yarım ve çeyrek altınlar getirdi ve bunu hocaya verdi. Hoca para ve altınları keyifle alıp ceketinin ceplerine sıkıştırdı.
Kayınvalidem “Hocam daha önce de konuştuğumuz gibi bu işin duyulmaması lazım. Eğer öyle olursa tatsızlıklar yaşanır!” dediğinde Hocanın keyfi kaçtı, yüzünde korku belirdi. Açık açık tehditti bu çünkü. “Merak etmeyin, Yüce Allah ve bizden başka kimse bilmeyecek!” diyerek yanındaki adamlarla beraber çıktı evden.
Artık karı koca olmuştuk. Kayınvalidem ikimizi de öpüp bağrına bastı. “Ah, keşke torun yüzü de görebilseydim!” dediğinde “Aman anne, sen bunu gördüğüne şükret!” dedi Hanımağa. Ardından yeni gelin olarak bize Türk kahvesi yaptı.
Hanımağa yani Nurcan artık nikahlı karımdı. Karımın teyzesi şimdi ikinci karım olmuştu. Adana’ya gelirken aklımın ucundan geçmeyecek olan şey şimdi tamamen gerçek olmuştu.
Kahvelerin ardından kalktık ve dışarı çıktık. Evrak çantam elimdeydi, silahım da içinde. Kapının önünde içi adamlarımızla dolu bir minibüs ve üç araba vardı. Zırhlı Mercedes’e atlayıp yola koyulduk. İlk durağımız dün gece silah sıkılan kulüp olacaktı...
DEVAMI GELECEK...
Yanıma döndüğünde ne olduğunu sordum. Annesi telefonunu getirip eline tutuşturmuştu. Telefonu elinde evirip çeviriyordu. Canı sıkılmışa benziyordu. “Kulübün önünde silah atmışlar!” dedi. “Kim atmış? Ne silahı!” dedim heyecanla.
“Kim olacak Halil Ağa’nın adamları belli ki... Arabayla gelmişler, kapıya doğru birkaç el sıkıp kaçmışlar... Bizimkiler arkasından ateş etmiş ama kaçmış şerefsizler... Bunlar işte böyle kancık böyle kahpe insanlardır... Karşıma çıkmaya cesareti olmadığı için itlerine silah sıktırıyor... Neyse, önemli bir şey değil... Polis gelmiş, zabıt falan tutulmuş, müdür ifade vermiş, benim de ifademe başvuracaklarmış...!”
“Orospu çocuğu!” dedim öfkeyle. Yanağımı okşayıp “Bakıyorum celallendin!” dedi gülerek. “Bu yaptığı yanına kâr mı kalacak peki!” dediğimde “Dur hele... Her şeyin bir yeri zamanı var... İntikam da alacaksan önce küllerin soğumasını bekleyeceksin... Bu şekilde bana gözdağı vermeye çalışıyor... Doğrudan bana saldıracak ne yüreği ne götü var onun... Elbet benim de harekete geçeceğim zaman gelecek... Ama şimdi değil, her şeyin zamanı var...!” diyerek yanıma uzandı.
“Kalkmayacak mıyız!” dediğimde “Ne kalkması, bu saatte sikseler kalkmam, yorgunluktan ölüyorum!” dedi. Sessiz olmamı işaret ederek kulüp müdürünü aradı. Müdür kendisini birkaç kez aramış ama telefon mutfakta ceketinin cebinde kaldığından duymamız mümkün olmamıştı. O da kapıdaki adamlardan birini aramış, adam da evin ziline basınca annesi uyanmıştı. Geceki sevişmemizin rehavetiyle uykuya öyle dalmıştık ki annesi kapıyı yumruklamasa uyumaya devam edecektik.
Müdür herhangi bir sıkıntının olmadığını, yalnız o sırada çıkmakta olan birkaç müşterinin korktuğunu, kapının üstündeki ışıklı tabelaya merminin geldiğini, kendilerinin de karşılık verdiklerini ama adamların karanlıktan faydalanıp gazlayıp kaçtıklarını söyledi. Ancak adamlarımızdan biri arabanın plakasını almayı başarmıştı. “Oradan bir şey çıkmaz!” dedi Hanımağa. “Ya sahte plakadır ya da çalıntı, o önemli değil, kaç kişiydiler, tanıdığınız birine benziyorlar mıydı!” diye sordu.
“Yok Hanımağam, tanıdık, öyle şunun bunun adamıdır diyebileceğimiz tipler değildi. Eline üç beş kuruş tutuşturulup üstümüze salınmışlar belli ki, üç kişiydiler, biri şoför!” dedi müdür Hanımağa’nın sorusuna karşılık. “Neyse, geçmiş olsun... Ben uğrarım gün içinde, birkaç işim var bugün, sonra konuşuruz, adamların sayısını artır, kuş uçmasın etrafta!” diyerek direktif verdi Hanımağa. “Baş üstüne Hanımağam!” diyerek kapadı telefonu müdür.
Hanımağa başını göğsüme koydu. “Bu işler böyle işte. Sen birinin ayağına basarsın, o da senin ayağına basmaya kalkar. Böyle sürer gider. Ta ki biri oyundan düşene kadar. Bu zamana kadar kimse beni oyundan düşüremedi, bu saatten sonra da düşecek değilim!” dediğinde “Senin kılına kimse zarar veremez!” dedim alnını öpüp çıplak omzunu okşayarak.
“Annene de ayıp oldu, böyle yakalandık!” dediğimdeyse “Ne ayıbı, bilmiyor mu ne yaptığımızı, karı koca oluyoruz artık, birbirimizin helaliyiz!” dedi gülümseyerek. Ardından doğruldu ve dudağıma bir öpücük kondurdu. Öpücüklerinin sayısı artmaya başlayınca “Hayırdır, azdın mı sabah sabah!” dedim saçlarını çekiştirip. “Çok azdım, dün gece bir şey anlamadım!” dedi pis bir sırıtış eşliğinde.
Üzerime çıktı. Dudaklarımı kanatırcasına emip dilimi emdi, vakumladı uzun uzun. Sımsıcak nefesi yüzümü yalarken ben de kalçalarını, götünü okşayıp avuçluyordum. Dolgun memelerinin etli uçları göğsümü gıdıklıyordu. Kontrol tamamen Hanımağa’da idi. Dudakları boynuma indi, boyun etlerimi vakumladıktan sonra omuzlarımı ve çıplak göğsümü öpüp yaladı. Meme uçlarımı dilledi bir erkek gibi.
Aşağı kaydı üzerimde, dudakları karnıma indi. Göbek deliğimin etrafına dil darbeleri atarken sarı saçlarının arasına soktum ellerimi, adeta masaj yapar gibi okşadım başını. Yarağım kalkıyordu ağır bir vinç gibi. Hanımağa’nın dudakları onunla buluştuğunda zirvesine yaklaşmıştı. Ustalıklı saksosu sayesinde o da oldu. Kalbim yarağımda atıyordu.
Boğazının diplerine kadar alıyordu yarağımı ağzına. Gözlerini üzerime dikmişti bu anda. Bense başına masaj yapmaya devam ediyordum. Taşaklarımı sıkıp avuçluyor, ara ara yarağımı bırakıp onları alıyordu ağzına. Yarağım ve taşaklarım, kasıklarım ıslak ıslak olmuştu. Yavaşça kalktı, sağ dizinin üzerinde doğrulup yarağımı eliyle amına hizaladı. Kolayca amının yağlanmış gibi kaygan ve demir gibi kızgın deliğine giriverdi yarağım.
Hanımağa derin bir “Ihhh!” sesi çıkarırken üzerimde ileri geri yaylanmaya başladı. Ellerimi karnında ve memelerinde gezdirirken o da saçlarını tutup çekiştiriyor, dudaklarını emiyordu. Bacaklarımı kendime çekip iki yana açtım, ellerimi sırtına atıp kendime çektim ve alttan pompalamaya başladım. Hanımağa şimdi daha da zevk almış şekilde inliyordu.
Yarak darbelerimin sesleri koca evin sessizliğini bozuyordu. Ancak bu güzel anlar uzun sürmedi. Hanımağa erken saldı kendini, ağırlığını üzerime bırakırken ben de boşalıverdim. Sabah seksimiz güzel ama kısa sürmüştü. Boynunu, yanaklarını öptüm. Sıkıca sarıldık, üzerimden aldım ve yatağa uzattım müstakbel karımı.
Bir süre dudak dudağa öpüştük. Hanımağa’nın gözlerinde azgınlığın yerini şimdi şefkat ve sevgi almıştı. Saçlarımı okşarken “Seni çok seviyorum!” deyip durdu birkaç defa. Genç bir kızın narinliği ve kırılganlığı vardı bakışlarında. “Ben de!” dedim her sözüne karşılık...
Yeniden uykuya daldık ama en fazla yarım saatlik bir tavşan uykusuydu bu. Hanımağa banyoya geçip yıkandıktan sonra ben de güzelce yıkandım. Odaya döndüğümde Hanımağa giyinmişti bile. Siyah uzun ve bol bir etekle koyu mavi gömlek giymiş, saçlarını tepeden bağlamıştı. Makyaj aynasının önünde oturmuş makyaj yapıyordu. Makyajı bitince üzerine beyaz yazlık ince bir ceket giydi. Çekmeceden aldığı büyük bir türbanla başını bağladığında bambaşka bir kişiliğe bürünüverdi.
“İmamla şahitler gelecekmiş birazdan. Nikah kıyılacak, ondan sonra çok işimiz var!” dediğinde “Kapının önünde adamların var, içeriye imamın girdiğini görünce ne düşünürler!” diye sordum. “Korkacak bir şey yok. Dün geceki mevzudan sonra annem eve Kuran okuması için hoca çağırdı diyeceğiz sadece. Anladın mı? Annem arada sırada yapar bunu zaten. Dikkat çekmez!” deyince “İnşallah!” dedim.
Hanımağa eteğini kaldırıp kalçalarına gelen ince ten rengi çoraplarını giyerken ben de giyindim. Çok kısa bir zaman sonra imam nikahı ile olsa da karım olacak kadına baktım uzun uzun. Bunu fark etti, “Hayırdır, ne bakıyorsun öyle!” diye sordu gülerek. “Hiç!” dedim başımı sallayarak.
Kayınvalide kalkmış sofrayı hazırlamıştı. O da kızı gibi başını örtmüş, kapalı bir elbise giymişti. Kahvaltı yaparken kapı çaldı. İmam ve iki şahitle Hanımağa’nın adamlarından biri kapıdaydı. Kayınvalide “Hoca Efendi Kuran okuyacak!” dediğinde adam “Tamam Anne, Allah kabul etsin!” diyerek görev yerine doğru gitti.
Yaşlıca biriydi İmam, yanında da takım elbiseli iki adam vardı. Sırayla hocanın elini öptük. Hoca kayınvalideyi tanıyordu, kısa bir süre hoş beş ettiler, tabii Hanımağa’yı da tanıyordu ve onunla çekinerek konuşuyordu.
Salonda perdeler çekiliyken iki adamın şahitliğinde Hanımağa ile nikahımız kıyıldı. Bu sırada kayınvalidenin gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Adet yerini bulsun diye Mehir olarak Hanımağa’ya bir külçe altın vereceğime söz verdim. Hanımağa yukardaki kasadan yüz bin lira para ve küçük naylon bir torba içinde yarım ve çeyrek altınlar getirdi ve bunu hocaya verdi. Hoca para ve altınları keyifle alıp ceketinin ceplerine sıkıştırdı.
Kayınvalidem “Hocam daha önce de konuştuğumuz gibi bu işin duyulmaması lazım. Eğer öyle olursa tatsızlıklar yaşanır!” dediğinde Hocanın keyfi kaçtı, yüzünde korku belirdi. Açık açık tehditti bu çünkü. “Merak etmeyin, Yüce Allah ve bizden başka kimse bilmeyecek!” diyerek yanındaki adamlarla beraber çıktı evden.
Artık karı koca olmuştuk. Kayınvalidem ikimizi de öpüp bağrına bastı. “Ah, keşke torun yüzü de görebilseydim!” dediğinde “Aman anne, sen bunu gördüğüne şükret!” dedi Hanımağa. Ardından yeni gelin olarak bize Türk kahvesi yaptı.
Hanımağa yani Nurcan artık nikahlı karımdı. Karımın teyzesi şimdi ikinci karım olmuştu. Adana’ya gelirken aklımın ucundan geçmeyecek olan şey şimdi tamamen gerçek olmuştu.
Kahvelerin ardından kalktık ve dışarı çıktık. Evrak çantam elimdeydi, silahım da içinde. Kapının önünde içi adamlarımızla dolu bir minibüs ve üç araba vardı. Zırhlı Mercedes’e atlayıp yola koyulduk. İlk durağımız dün gece silah sıkılan kulüp olacaktı...
DEVAMI GELECEK...
1 year ago